Siyah figür tekniğinden en çok yüz yıl sonra bulunan Kırmızı Figür Tekniği ise resmedilecek figürlerin kilin renginde bırakılması ve figürlerin dışındaki alanın siyah boyanması esasına dayanır. Ardından, detaylar kırmızı figürün içine siyah fırça ile boyanmaktadır. Bu şekilde sert kazıma izlerinin yerini daha yumuşak, üstelik derinlik ve üçüncü boyut hissi veren çizgilere bırakmıştır. Ayrıca, bu teknik vişne kırmızısı, beyaz, altın sarısı gibi değişik renklerin kullanılmasına da izin vermiştir. Heykel Klasik dönemin heykel sanatını incelemenin en zor yönlerinden biri ele geçen heykellerin sayısının az olmasıdır. Genellikle değerli malzeme ile yapılan bu heykeller sonraki dönemlerde malzemeleri için tahrip edilmişlerdir. Bu durumda bilimadamları ancak heykellerin sonradan yapılmış mermer kopyalarına bakarak heykel sanatı hakkında fikir edinmek zorunda kalmışlardır. Heykel sanatının bu derece önem kazanmasının sebebi ise Yunanlıların "İnsan herşeyin ölçüsüdür" sözüne inanmaları ve dolayısıyla tanrılarına insansı tasvir etmeleridir. Üstelik tanrıların kusursuz olması gerektiği düşüncesi de heykellerin etkileyici olmasına yolaçmıştır. Aynı mimaride olduğu gibi heykelde de daha erken dönemlerden itibaren standartlar oluşturulmuştur. Tüm insanlar heykellerde onbeş-onaltı yaşlarında genç delikanlı, yetişkin bir insan oranlarında yapılmış genç adam, sakallı ve kaslı olgun erkek, zarif genç kadın ve sakin olgun kadın gruplarından birinde gösterilmeye gayret edilmiştir. Bu sınıflandırma esasen arkaik dönemde geçerli olmuştur. Arkaik dönem heykellerinin çoğunda görünüm donuk ve serttir. Sonraları ise heykeltraşlar bronz, fildişi, altın gibi daha kolay işlenebilir malzemeler ve gelişen teknikler sayesinde her an canlanacakmışcasına başarılı heykeller yapmaya başlamışlardır. Zamanla heykellerin duruşundan ve yüzlerinden duygu bile okunabilir hale gelmiştir. Yine aynı mimaride olduğu gibi Klasik dönem heykelinde de orantı çok önem vermişlerdir. İnsan vücudundaki oranlar aritmetik olarak hesaplanmıştır. Örneğin başı tüm gövde boyunun yedide biri, ayak avuç içinin üç katı, ayaktan dize kadar olan mesafe avuç içinin altı katı olmalıdır. Mimari Her ne kadar Karanlık Çağlar diye adlandırılan dönemi de içeriyorsa da M.Ö. 1100 ile M.Ö. 700 yılları arasında kalan zaman dilimi,Yunan sanatında sonraları klasik sayılacak eğilimlerin temellerinin atıldığı zaman dilimidir. Yunanlılar mimaride kendilerine model olarak Mykenai kültürünün sütunlarla çevrilmiş merkezi büyük bir odadan oluşan basit megaron tipi yapısını almışlardır. Ardından birer doğa yasasıymışcasına inanılan kuralları geliştirmişlerdir. Bu kurallar da farklı kültürlerin ve ihtiyaçların etkisiyle birkaç gruba ayrılmış ve bunlara düzen adı verilmiştir. Bu kuralların en kesin uygulandığı yerler de şüphesiz tapınaklar olmuştur. Arkeoloji biliminde tapınaklar mimarilerine, özellikle de sütun başlıklarında görülen süslemelere göre sınıflandırılmışlardır. Tapınak yapısında bu denli dikkat çeken öğenin sütunlar olmasının sebebi görsel etkilerinden öte gerçekten de tapınağın dışında kalan en önemli ve büyük parça olan çatıyı taşıyor olmaları ve bu işlevleriyle yatay olan zemin ve çatı arasında dikey bir geçiş sağlayarak tapınağı tamamlamalarıdır.
Sütunlar bir yapıya zerafet de katabilmektedir, güçlülük hissi de. İşte bu sebeple, Yunan tapınak mimarisinde sınıflandırma sütun başlıklarına göre yapılmıştır. Düzenler sütun başlarında kullanım olarak ortaya çıkmışsa da bir bütün olarak binaların tamamını içeren sanatsal öğelerdir. Bunlar ortaya çıkış sıralarına göre zaman içinde ilk örneklerini Yunan Anakarasında gördüğümüz en sade düzen olan Dorik Düzen, kaynağını Anadolu’dan alan (Ephesos Artemission’u) İonik Düzen ve geç dönemlerde sanatsal yönden daha süslü özelliği olan Korinth Düzen’leridir. Bu ana düzenlerin dışında Aeolik, Toskanik, ve birçok unsurun beraber kullanıldığı Kompozit düzenler de kullanılmıştır. Sütun başlıklarına güre yapılan sınıflandırmanın yanısıra bir diğer sınıflandırma da sütunların dizilişlerine ve içindeki odaların sayı ve şekline göre yapılandır. Genel olarak tapınak ortada tanrı heykelinin yeraldığı naos (sella) adlı dikdörtgen oda, bazen bu büyük odanın önünde ya da arkasında yeralan daha küçük odalar ve bu odaları çevreleyen sütun dizilerinden oluşmaktadır. Sütun dizileri yalnızca bir cephede, karşılıklı iki cephe boyunca, bir dörtgen oluşturacak şekilde veya içiçe iki dörtgen şeklinde olabilir. Bu sınıflandırmada karşılaşılan bazı türler şunlardır: Peripteros (Sellanın bir dizi sütunla çevrili olması), Dipteros (sella duvarının dışının iki sıra sütunla çevrili olması), Pseudodipteros (Sella duvarları ile sütunlar arasında ikinci bir sütun sırası girecek şekilde yapılan tapınak). Sık rastlanmasa da yuvarlak düzenin uygulandığı da olmuştur. Edebiyat Yunan Arkaik Çağında, çok eski çağlardan beri söylenegelen destanlar düzenlenmiş ve bunlara son şekilleri verilmiştir. Bu destanların en önemlileri M.Ö 8. yy’nin son yarısına ait olan ve Homeros adlı gerçekten yaşadığından emin olunmayan bir şaire maledilen "İlyada" ve "Odissea" ile bazı destanların Homeros tarzında işlenmesiyle oluşan, aristokrat saraylarında ve dini halk bayramlarında okunan "Kiklos Destanları"dır. Bu destanlar, bayramın adanmış olduğu tanrıyı öven ve proimion adı verilen bir giriş bölümü içerir. Bu dönemin edebiyata getirdiği en büyük yenilik, bu yüzyılların belirleyici özelliklerinden olan bireyselliğin sonucu olarak, kişisel duygulara dayanan lirizm akımının ortaya çıkmasıdır. Lirizmin ilk örneklerini M.Ö.700 yıllarında yaşamış olan Boiotia’lı Hesiodos vermiştir. Bu şair destan tarzındaki "Erga kai Hemerai" (İşler ve Günler) adlı eserinde kendi başından geçen olayları anlatır, "Teogonia" adlı eserinde ise Yunan tanrılarının kökenlerine ilişkin görüşlerini belirtir. M.Ö.7. yy’nin ortalarında karşımıza çıkan Paros’lu Arhilohos, şiirlerinde halka hitabeden daha sade bir tarz kullanmış, insanların kaderi üzerinde durmuş, kişiliğinin özelliklerini ve hayata karşı olan duygularını açığa vurmaktan kaçınmamıştır.
Destanlarda kullanılan "Hexametron" ile daha kısa olan "Pentametron" vezinlerini kullanarak yazdığı "Elegia"lar ve birbirini izleyen kısa ve uzun hecelerden meydana gelen "İombos"’larda gösterdiği ustalık daha sonraları lirik şiirlerin yaratıcısı sayılmasına neden olmuştur. Daha sonraları lirik edebiyat alanında ortaya çıkan şairlerin hiçbiri Arhilohos’un seviyesine ulaşamamıştır. Bu şairler arasında kadınlara karşı hicviyeler yazan Amorgoslu Semonides ve Tiran’ları eleştiren, hicviyeler yazan Hipponaks gösterilebilir. Şairlerin bu gündelik hayata ait olayları anlatırken kullandıkları halk dili İombos vezniyle çok iyi uyuşmaktadır. Şiirlerinde genellikle tiranlara olan kininden ve hayatın zevklerinden bahseden Alkaios ile Yunan dünyasının en önemli kadın şairi olan ve Platon tarafından Musa’ların onuncusu olarak tanımlanan Sappho, M.Ö. 6.yy.’da Lesbos(Midilli) adasında yaşamışlardır. Sappho şiirlerinde yönettiği kızlar okulundaki kızlara duyduğu aşırı sevgiyi başarıyla anlatmıştır. Tiran saraylarında şarabı va aşkı öven Teos’lu Anakreon, işlediği hafif konularla lirizmin derinlik ve ciddiliğini kaybetmesine neden olmuştur. Bu yüzyılın şairlerinden Ephesos’lu Kallinos vatan için ölmenin en büyük onur olduğunu ileri sürerek gençleri Kimmer’lere karşı savaşmaya çağırmış, Spartalı komutan Tirtaios, savaş marşları besteliyerek yurttaşlarını savaşa teşvik etmiştir. Lirizmden ayrı olarak meydana gelmiş olan bu ulusal ve siyasal şiir türünün temsilcileri arasında, Teognis ve Atinalı Solon da reformist düşünceleriyle yerlerini alırlar. Arkaik çağın edebiyata getirdiği en önemli gelişmelerden biri de Tragedya’dır. Dini duyguların bir göstergesi olarak gelişen dans ve lirik koro şarkıları, Attika’da ilkbaharda Dionysos onuruna yapılan törenlerde özel bir şekil olarak tragedyanın temellerini atmıştır.Bu törenlerde köylüler "Satir" (teke-adam) kılıklarına girerek ağıtlar okur ve alaylar tertiplerlerdi. Başka tanrıların kültlerinde de bulunan ve "Dromera" adını taşıyan bu temsiller başta kaba ve ilkeldi. M.Ö. 534 yılında tiran Peisistratos tarafından Atina’da düzenletilen Dionysos şenliklerinde keçi maskeli kişilerin okudukları şarkıları manzum olarak iambos vezninde cevaplarından, Hipokrites (cevap verici) denilen bir aktör ortaya çıkmıştır. Karakterler arasında konuşma olmasını ve dolayısıyla belli bir olayın temsilini sağlayan bu türün mucidininin İkaryalı Tespis olduğu söylenmektedir. Atina’da çok tutulan Tragedya nın kelime kökü, Yunanca "teke" anlamına gelen Tragos ve manzum şarkı anlamına gelen Aoide kelimelerinin birleşmesi sonucu oluşan Tragoidia kelimesidir. Yunan edebiyatının klasik çağında filozofların eserleri ve nutukları sayesinde düzyazı büyük gelişme göstermiş, şiir alanında Ksenofanes’i örnek alan Parmenides ve Empedokles’in eserleri destan şeklinde yazıya dökülmüştür. Simonides, Bakhilides, Korinna ve Tebai’li Pindaros bu çağda lirik ağıtların en güzel örneklerini vermişlerdir. Bu şairlerden en bilineni olan Pindaros Panhelenik yarışmalarda kazanan atletler onuruna yazdığı şiirlerinde Olimpos tanrılarının yüceliğini ve Yunan geleneklerinin kutsallığını anlatmıştır. M.Ö. 5.yy’nin Yunan edebiyatına kazandırdığı en önemli eserler kuşkusuz Aishilos, Sofokles ve Euripides’in tragedyalarıdır